Translate

26 Mart 2017 Pazar

Antik Dokusu ile Roma ve Vatikan'a Olan Yolculuğumuz





İtalya'da ikinci günümüze başlıyoruz.


Öncelikle Napoli'de konakladığımız otelden bahsedeyim, burada bir gece konakladık. Lüks bir otel değildi ama temiz bir oteldi. İlk günden çok yorulduğumuz için gece hemen uyuyakalmışız. 










Güneşli bir sabaha daha uyandık. Eşyalarımızı topladıktan sonra kahvaltı için otelin restaurantına gidiyoruz.İtalyanların kahvaltı kültüründen bahsedeyim. Günde iki kahvaltı yapıyorlar. İlki sabah 7:00 gibi kruvasan latte ya da cappuccino ile, ikincisi ise saat 11:00 gibi sandviç yani onların deyimiyle 'panini' ile.



İtalyanların kahvaltı kültüründen bahsetmişken genel olarak yemek yeme kültüründen de bahsedeyim. Amerikan hızlı yemek yeme yani fast food dediğimiz akımın tersine yavaş yeme akımını dünyada ilk başlatan ülkedir. Bu yüzden ülkede Mc Donalds, Burger, vb. fast food restaurantlarını çok nadir görürsünüz. Ayrıca Amerikan kahvecisi Starbucks'ın da ülkeye girmesine izin vermiyorlar. Çünkü dünyada en çok tüketilen cappucino, espresso, latte gibi kahveler İtalyan üretimi kahvelerdir. İsimleri bile İtalyanca'dır. En iyi kahvelerin zaten kendi ülkesinde yapıldığını bildikleri için Amerikan Starbucks'ına fast food kültürünün de getirisiyle izin vermiyorlar.


Bu bilgilerden sonra otelin restaurantına geldiğimizde çikolatalı ve marmelatlı kocaman kruvasanlar tepsiye dizilmiş bizi bekliyordu. Çok lezzetli gözüküyorlardı. Hemen çikolatalı olanı denedim ama içerisinde çikolata bombasının olabileceğini nereden bilebilirdim ki :) Halimi aşağıda ki fotoğrafta çok net anlayabilirsiniz.


Kahvaltı bittikten sonra otobüslere doğru yol alıyoruz. Rotamız Roma...

Şehirden ayrılırken; Napoli'nin eski zamanlarda ki ihtişamını vurgulamak için rehberimiz İtalyanların kullandığı deyimi söylüyor.'Napoli'yi gör ve öl...' İtalya'nın başkenti olmaya aday bir şehirken zamanla hor kullanılmış ve tahrip edilmiş olan bu asi şehri gördük ve çok memnun kaldık. Öyleyse artık ölebiliriz. :)

Yol üzerinde, İtalya'nın en çok tükettiği likörler 'limoncello(limonlu)' ve 'meloncello(kavunlu)' un üretildiği San Victoria kasabasına uğradık. Müstakil evlerin sağlı sollu sıralandığı mütevazi ve keşfedilmemiş bir kasabaydı. Rehberimiz orijinal likörleri ve peynirleri bu köyde ucuz fiyata bulabileceğimizi söyledi. Likörleri denedik. Limoncello gerçekten çok ekşi bir likör onu beğenmedik ama meloncello'nun tadı güzeldi.Bir tane satın aldık.



San Victoria


Ardından tekrar Roma'ya gitmek üzere yola koyulduk. Saat 14:00 gibi Roma şehir merkezine varıyoruz.

Şehrin isminin nereden geldiğini de anlatayım. İtalyan mitolojisinde savaş tanrısı Mars ile tapınak rahibesinin ikiz oğulları Remus ve Romulus, dişi kurt tarafından emziriliyor ve büyütülüyor. İki kardeş şehrin kurucusu oluyor ve şehre kendi isimlerini yani Roma adını veriyorlar. Sonrasında dişi kurtun kendilerini emzirdikleri alanı bulup çevrelerken yer kavgasına giriyorlar. Bu sırada Romulus, kardeşi Remus'u öldürerek güç ve iktidara tek başına sahip oluyor. İtalyanlar bu efsaneye evrensel ahlak hikayesi olarak bakıyorlar.


                                                     


Şehrin 2800 yıllık tarihi merkezi var. 2800 yıl İtalya ve çevresinin yönetildiği şehir olduğu için Romalılar 'Dünyanın Başkenti' olarak nitelendirmiş. Bahsedilen 2800 yıllık tarihi yapılar ise Unesco tarafından korunuyor. 






Şehirde ki tarihi güzelliklerin kaynağı, Papa'larmış. 'Papalar, sınırsız dini ve maddi gücünü şehri güzelleştirmeye adarlarmış. Dolayısıyla estetik görünümlü, büyülü yapılar ortaya çıkmış.' Şehrin merkezine ilk vardığınızda zaten o büyülü hava iliklerinize kadar işliyor. Merkezde yerleşim söz konusu değil, hatta araçların bile şehir merkezine girmesini istemiyorlar. Yapılara baktığınızda eski ile yeninin çok iyi sentezlemiş olduğunu fark ediyorsunuz. Bunun yanında dikkatimizi çekenler de vardı. Mesela gündelik hayatta alışkın olduğumuz ; AVM'ler, apartmanlar, gökdelenler yok,lüks arabalar yok sadece tarihi binalar, katedraller, köprüler, şehrin güzelliklerini keşfetmeye çalışan turistler ve minicik arabalar var. Minik arabalardan kastım Fiat'ın Smart arabaları oldukça fazla bunun sebebi de şehirde park sorununun yaşanması. Bunların yanında şehirde koşuşturmaca yok şehrin havasını içine çeke çeke gezen insanlar var. Çöp yok, araba kornası yok, gürültü yok. Sadece insanların gülüşme ve konuşma seslerini duyuyorsunuz. Adeta büyülenmiş gibi oluyorsunuz. 


Bir de Roma'nın içinden geçen ve şehre anlam veren tarihi Tiber (Roma döneminde Tevere denir) nehrinden bahsedelim. Nehir şehre güzel bir siluet kazandırır ve şehrin iki yakasını birbirine bağlar. Nehir üzerinde kurulan köprüler de anlatmış olduğumuz tarihi dokunun parçalarını oluşturur.


                               
                                                                   Tiber Nehri 

Roma ile ilgili ilginç bir bilgi daha verirsek İstanbul ile benzerlik gösteren yanları olduğudur. Şöyle ki 1.700 sene önce İstanbul, birinci Constantin tarafından tekrar inşa edilmiş,amaç İstanbul'u Roma şehrine benzetmekmiş. Hatta halk arasındaiki şehrin benzerliğinden dolayı İstanbul'a, Nova Roma (Yeni Roma) ismi verilmiş. En çok benzeyen noktaları ise her iki şehrin ortasından bir derenin geçmesi (Haliç/Tiber), hipodrom olması ve 7 Tepe üzerine kurulmuş olmasıymış.



İlk olarak Kolezyumu görüyoruz. Dünyanın yedi harikasından biri şehrin göbeğine saklanmış bir yerde karşımıza çıkıyor. Roma İmparatorluğunun en ünlü sembollerinden biridir. Eskiden Roma halkını eğlendirmek için içerisinde gladyatör dövüşleri yapılıyormuş. Zamanla çeşitli amaçlar için kullanılmış. Günümüzde de bir çok turistin akın ettiği yer haline gelmiş.


Kolezyumun hemen önünde Romalı'lardan kalma bir zafer takı vardır. Komutanlarını şereflendirmek amacıyla zafer takı yapmışlar.



Kolezyum'un hemen önünde ki Zafer Takı

Kolezyum gezisinin ardından biz gruptan ayrılarak Roma şehrini arkadaş grubumuzla birlikte gezmeyi tercih ettik.


İlk olarak Piazza Venezia'dayız (Venedik Meydanı). Meydanda açılan Venedik elçilik binasından etkilenilerek adı Venedik Meydanı olarak kalmış. Çok merkezi bir konumda yer alıyor. Önünde İtalya'nın ilk krallarından ve kurucusu sayılan II. Emmanuele'in heykeli bulunuyor. ''Ayrıca meçhul asker ve Roma'nın koruyucu tanrıçasının heykellerini de barındıran bu yapının üst katındaki on altı sütun ise İtalya'nın 16 bölgesini temsil ediyormuş.'' Heykelin hemen arkasında iki taraflı ateş sürekli yanıyor. Anlamı İtalya var olduğu sürece ateşlerin devam edeceği yönünde bir güç göstergesiymiş. Bu arada size bir dedikodu vereyim: İtalyanlar bu yapıyı hiç beğenmezler ve hatta dalga geçerlermiş, çünkü şehrin tarihi dokusunu bozacak kadar yeni (!) olduğunu düşünüyorlarmış!'. Yani Roma'nın takma dişi olarak gördükleri bir yapıymış.



Venedik Meydanı'nın hemen yanı başında ki Roma Forumu'na gidiyoruz. İçerisinde ticaretin, iş merkezlerinin, hipodromların ve şehir yaşamının olduğu 2000 yıl öncesinin Antik Roma merkez bölgesidir. Pompei havasında diyebilirim.


                                 Roma Forumu (net olması için internetten aldım)



Roma Forumu'nu da gördükten sonra Panteon Tapınağına gidiyoruz. Panteon kelime olarak 'tüm tanrıların tapınağı' anlamına gelmektedir. Roma'nın tüm tanrıları adına inşa edilmiş ve günümüze kadar en iyi korunmuş eserler arasındaymış.



                       Panteon Tapınağı



                                                               Panteon Tapınağı


Panteon'dan sonra Piazza Novano'ya yani Novano Meydanı'na gittik. Roma'da her türlü sokağın sonu bir kocaman br meydana çıkıyor. İnanamazsınız!! Navono Meydanı, içerisinde sanat eserlerinin, kafelerin, restaurantların, sokak sanatçılarının olduğu cıvıl cıvıl bir alan. Meydanda ki sanat eserlerinin en önemlisi barok tarzda yapılmış dört nehir çeşmesidir. 


                        Novano Meydanı

Ayrıca İtalyanlar burayı şehrin tam göbeğinde olmasından dolayı buluşma noktası olarak kullanırmış. Novano Meydanını Taksim Meydanı ile benzer bir yer olarak düşünebilirsiniz.


                                                                   Dört Yol Çeşmesi


Novano Meydanından sonra dünyanın en küçük yüz ölçümüne sahip olan ülkeye; yani katoliklerin ana vatanı olan Vatikan'a doğru yol alıyoruz. Yol üzerinde Castel Sant Angelo yani Kutsal Melek Kalesi'ni görüyoruz. Kale Vatikan'ı korumak amacıyla yapılan bir savunma kalesiymiş. İçerisinden Vatikan'a giden yolun olduğu söyleniyor. Günümüzde müze olarak kullanılan kale, eskiden hapishane ve Papa'nın evi olarak da kullanılmış. 

                                   
                                                                     Castel Sant Angelo

Vatikan'ın çevresi büyük duvarlarla çevrilmiş. İçine girdiğiniz anda başka bir ülkeye gelmiş gibi hissetmiyorsunuz açıkçası. Roma'nın tarihi dokusuyla birleşmiş bir mahalle gibi.

                                          
                                                                           Vatikan



                                           
                                                                           Vatikan

Vatikan'ı ziyaretimizin ardından güneşi batırmıştık. Artık yürümekten de çok yorulmuştuk. Roma şehir merkezine dönüşümüzde ilk işimiz yemek yemekti. Karşımıza çıkan mekanlardan güzel ve uygun olanı seçip hemen oturduk. Kırmızı beyaz damalı örtüleri olan güzel bir restauranttı. Hemen siparişimizi 'Gnocchi with pomodoro pasta' yani domates soslu makarna olarak verdik. Yanına da güzel bir kırmızı şarap seçerek kadehlerimizi Roma'ya ve yeni dostluğumuza kaldırdık. :)


                                   
                                                  Roma sokakları ve Beril-İrem-Gezgin Diloş


                                       

İtalyanların akşam yemeği kültüründen de bahsedeyim. Ekmek yemezler, karbonhidrat ihtiyaçlarını karşılamak için ilk olarak makarna yerler, ikinci yemek yani ana yemek olarak et ya da balık her neyse onu yerler, üçüncü olarak tatlılarını yerler. Eğer bir restauranta gidip sadece makarna siparişi verirseniz. Direkt turist olduğunuz anlaşılır. :) Çünkü dediğim gibi onların yemeği 3 aşamalı.

                                                            

Yemeğimizi yemek için oturduğumuzda yorgunluğumuzun farkına bir kez daha vardık. Ama gezecek yerlerimiz henüz bitmediği için yemekten hemen sonra kalktık. İlk rotamız Aşıklar Çeşmesi yani Trevi Çeşmesi. Bu arada Trevi çeşmesine Aşıklar çeşmesi diyen tek millet Türklermiş :) ''Çeşme dünyadaki en ünlü çeşmelerden birisidir. Üç yolun kavşağında bulunduğu için Trevi adı konulduğu varsayıldığı gibi, üç yeraltı su yolunun bu noktada toplanmasının isminin nedeni olduğu iddiası da vardır.'' Çeşmenin üzerinde ki kabartmalar suyun oraya nasıl geldiğini anlatıyormuş.Kabartmaların ortasında ki en büyük figür Neptün yani tuzlu su tanrısıymış. Hikayeye göre Roma'lı askerler su ararken su perisi diye adlandırdıkları Virjinya ile karşılaşıyorlar ve Virjinya askerlere suyu nereden bulmalarını gerektiğini söylüyormuş. O yüzden bu çeşmeyi suyu buldukları için bir kutlama çeşmesi olarak oluşturduklarını da söylerler.


                                                                     Trevi Çeşmesi



                                                         
                                                                           Trevi Çeşmesi

Trevi çeşmesine bilerek güneş battıktan sonra gelmeyi tercih ettik. Çünkü çeşmenin ışıklandırmasının çok iyi olduğu ve akşam daha güzel göründüğü konusunda hepimiz hem fikirdik. Öyle de oldu. Önümüzde müthiş bir güzellik ve onu fotoğraflamaya çalışan müthiş bir kalabalık vardı. Biz de çeşmenin önünde hatıra fotoğrafı çektirirken bekar arkadaşlarımızda suya bozuk para atma inancını gerçekleştirdiler. :) Atılan bozuk paralar euro değildi yalnız yanlış anlaşılmasın sırf suya atmak için TL getiren arkadaşlarımız vardı aramızda. :) Eeee haklılar tabii. :)


Trevi çeşmesine yüzünüzü döndüğünüzde meydanın hemen sağ tarafında bir dondurmacı var. Dondurma diye ben buna derim. İnanılmaz lezzetli ve porsiyonu boldu. En son ki durağımız İspanyol merdivenlerine doğru giderken tatlı ihtiyacımızı bu inanılmaz dondurma ile karşıladık.
         
                                                                             

                                                                                                                                                      Bahsettiğim dondurmacı turuncu binanın altında

İspanyol merdivenlerine 20-25 dakikalık yürüme ile ulaştık. Özellikle akşam ışıklarıyla bütünleşince güzelliği kat kat artmış. Burada şehir ayaklarınızın altında gibi gözüküyor. Tepesinde ki kiliseye şehir merkezinden ulaşımı sağlamak için merdivenler yapılmış. Adını bölgede olan İspanya büyük elçiliğinden almış. 

Gençler merdivenlerde oturmuş sohbet ediyor, bir şeyler içiyor, fotoğraf çektiriyor. Şehrin en canlı, en cıvıl cıvıl yerlerinden biri de İspanyol merdivenleriydi.

                İspanyol Merdivenleri



Şehri gün boyunca karış karış gezdikten sonra artık otele dönme vaktimiz gelmişti. Önce buluşma saatinde grupla buluşarak otobüsümüze döndük. Ardından da otelimize doğru yer aldık.

Bu büyülü şehirde ilk günümüzü geride bıraktık bile...

Bir sonra ki yazımda çilek köyüne gidiyoruz.

Yazımla alakalı yorumlarınızı ve önerilerinizi beklerim. :))

Kişisel Sosyal Medya Hesaplarım: 

       F: Dilek Körhasan Ulu                     İ: @_dilekulu_
     










































21 Mart 2017 Salı

İtalya'nın Asi Çocuğu Napoli'nin Notları

Merhaba,

Bu yazımda sizlere Kappa Turla Napoli'de başlayıp, Torino'da biten İtalya turumuzun ,ilk gününden itibaren yaşadığımız tecrübeleri aktarmaya çalışacağım. Bu sefer farklı bilgi olarak tarihi detaylar da paylaşacağım.

Son hazırlıklar
Düzce'de oturduğumu daha önce söylemiştim. Uçağımız 11 Mart Cumartesi günü Atatürk hava limanından sabah 10:00 sularında hareket edeceği için Cuma gecesi İstanbul'a gelerek, hava alanına yakın bir otelde konaklamayı tercih ettik. Otelin ismi Royal İnci hem hava alına çok yakın (taksiyle 5-10 dakika sürüyor,taksi parası yaklaşık 18 TL tutuyor,) hem temiz, hem de ekonomik (kişi başı 50 TL). 

İstanbul'da Konakladığımız Otelin Önü

Sabah bulutlu bir güne uyandık ama iyi dinlendiğimiz için dinç uyandık. Daha sonra kahvaltımızı yaptık ve hava alanına ulaştık. Orada tura katılan diğer 40 kişi ve tur boyunca bize eşlik edecek olan rehberimiz Cem Bey ile tanıştık. Genç ve oldukça yardımsever biri, tur boyunca arkadaşça tavrıyla bizi her konuda aydınlattı.




Napoli'de bizi bekleyen tur otobüsümüz.







Uçak saati geldi ve THY hava yolları ile Napoli'ye ulaşacak yaklaşık 2 saat süren yolculuğumuz başladı. İtalya saati Türkiye'nin yerel saatinden 2 saat gerideydi. Napoli'ye vardığımızda saat 10:30'du, İtalya'da sıcacık, güneşli bir hava bizi bekliyordu. Herkes bavullarını aldıktan sonra 8 gün boyunca seyahat edeceğimiz tur otobüsüne doğru yola koyulduk. Şoförümüz Ufuk Bey ile tanıştık. Kendisi Trakyalı,hem çok iyi hem de çok komik; yaşadığı hayat tecrübelerini hem dikkatli olmamız için hem de eğlendirmek için bizimle paylaştı. :)



Napoli şehir merkezinde ki bir apartman
Apartmanlarr ahh :)
Otobüsle yaklaşık 20-25 dakika yolculuktan sonra Napoli şehir merkezine ulaştık. Napoli hakkında bilgiler vermek istiyorum. İtalya'nın güneyinde olan bir şehir. İsminin kökeni Nea (Yeni)-Polis(Şehir) yani Yeni Şehir kelimesinden gelmektedir. Sebebi Vezüv yanardağ patlamasından sonra körfezin ucunda ki Pompei küller altında kalmış ve körfezin karşı ucunda ki yani Napoli'nin olduğu yerde yeni bir şehir kurulmuş. Bu nedenle adı NeaPolis yani Napoli olmuştur.


Napoli Limanının Yoldan Görünüşü
İtalya'nın 4. büyük kentidir. Dağların arasında kurulmuş bir ovada çarpık kentleşmeyle büyümüş bir şehir. Vezüv yanardağının eteğinde vokanik arazide tarım yapıldığı için toprakları çok bereketli; İtalya'nın tarımsal ihtiyacının çoğunu kendi başına karşılıyor diyebiliriz. Sadece tarımıyla da değil liman kenti olması da ekonomiye katkısını arttırmış bir şehir.





İnsanlarından bahsedecek olursak kural tanımıyorlar ne trafikte ne de özel yaşamda; toplumun kabul etmediği herkes bu şehirde barınmaya çalışıyor. Sanki Avrupa değil de Akdeniz ülkelerinden herhangi bir şehir gibi, ayrıca şehir merkezinde estetik olmayan apartman kültürü, balkonlarda asılı çamaşırlar,her yere saçılmış çöpler görmeniz mümkün..İtalya devletinin hüküm sürmekte gerçekten zorlandığı bir şehir. Ülkede halk arasında 'Güneyliler Kuzeylileri Sevmez, Kuzeyliler Güneylileri Sevmez, Napolilileri Kimse Sevmez' diye birdeyim var. Ne kadar doğru tartışılır. :) Benim tüm asiliğiyle hoşuma giden şehirler arasındaydı. :)


Etraftan toplanamayan çöpler hakkında bilgi vermek istiyorum. toplanamıyor çünkü Napoli'de mafya hüküm sürüyor. İtalya devletini hiç tanımıyorlar ve sevmiyorlar :) Öyle ki kendilerine İtalyan mısın diye sorunca hakaret olarak algılıyorlar. :) Hal böyle olunca mafya, devletin çöpleri toplamasına izin vermiyor; çünkü çöpte bir rant, ee devlette mafyanın çöpleri toplamasına izin vermiyor. Dolayısıyla çöpler etrafta kalmış oluyor. :/ Böyle garip bir durum söz konusu :)


Şehrin tarihi dokusundan da bahsedelim. Aslına bakarsanız Napoli tamamen süprizlerle dolu bir şehir. İç kesimlerine doğru tarihi doku biraz daha ortaya çıkıyor ama bu muazzam tarihi doku şehrin insanları tarafından çok hor kullanılmış.

Şehre girişte heybetli bir kale bizi karşılıyor. Adı Castel Nuovo; Napoli'nin liman kenti olduğunu
Castel Nuovo
 daha önce belirtmiştim. 13 yy'da limanı korumak amacıyla bu tarihi kale kurulmuş. Biraz daha ilerleyip şehrin meydanına geldiğimizde kocaman açık bir alan gördük adı Referandum Meydanı'ymış. Napoli İtalyan birliğine referandum ile bu meydanda katıldığı için Referandum Meydanı adını almış. Ayrıca opera binası ve günümüz AVM niteliğinde diyebileceğimiz Galleria'sı var. 150 yıl önce kurulan Galleria'nın amacı eskiden pazar yeri açık havada olduğu için hijyen ve güvenlik sıkıntısı varmış. Bu nedenle tüm dükkanları kapalı bir çatı altında toplama gereği hissedilmiş. Tam adı Galleria Umberto, bu isim İtalya'nın ikinci kralına ait. Eskiden Roma, Floransa, Venedik bağımsız şehirlermiş bunlar bir araya gelerek 
Referandum Meydanı
Galleria'nın içi
İtalya birliğini oluşturmuşlar. Kutlama anıtı olarak da İtalya'nın ikinci kralının yani Umberto'nun ismi verilmiş. :) 4 katlı bir bina ilk katlarında en çok sergilenmesi gereken ürünler satılırmış. İkinci katlarında limancılıkla ilgili ofisleri yer alırmış. Kuş bakışı bakıldığında hac planı şeklinde tasarlanmış bir mekan. Tam ortasında demir,çelik ve camdan oluşturulmuş kubbesi var. Adeta ben sanayi ustasıyım mesajı verir gibi.

Galleria'nın Kubbesi
Sokaklarda ki Dua Yerleri
Biraz daha ara sokaklara girdiğimizde dar yollardan yürüyoruz. Sokaklar dar olduğu için motosiklet kullanımı yaygınlaşmış. Ayrıca dini köşeler yani dua köşeleri görüyoruz. İtalya'nın en dini kenti Napoli'ymiş. Hatta en çok kilise Napoli'de varmış. Dini duygularının fazla olmsının fakirlikle yakından alakası varmış. Batıl inançları vs. fazlaymış.
Ara sokaklardan















Mafya Anısına Anıt
Ayrıca Napoli'nin sembolü kurutulmuş bibermiş. Bizde ki nazar boncuğu gibi düşünebilirsiniz. Şans getirdiğine inanılırmış.

Biraz da yiyeceklerinden bahsedelim tabii ki en meşhuru İtalyan bayrağının rengini taşıyan Margarita pizzası. Bu arada Margarita, 2. Kral Umberto'nun eşi hani şu Galleria'ya adı verilen Kral. :) Pizza aslında İtalya'da fakir yemeği olarak biliniyor. İlk Napoli'de ortaya çıkmış.Tarım kenti olduğu için un, peynir ve yeşillik bol miktarda bulunmakta bu nedenle en kolay yapabilecekleri şey pizza olmuş. Odun fırınında pişer. Ana malzemesi domates, mozerella ve fesleğen. Immmm leziz :)

Şehir merkezini turladıktan sonra Napoli'nin deniz kenarına doğru yürüyüş yapıyoruz. Tam bu sırada bir anıt gözümüze çarpıyor. Üzerinde İtalyan'ca 'Suç örgütlerinin masum kurbanları anısına..' yazıyor. Üstü kapalı mafya örgütleri kastedilmektedir.



Karşıda Kubbesi Yol Olmuş Vezüv
Deniz kenarına indiğimizde daha önce bahsetmiş olduğum Vezüv yanardağının silüetiyle karşı karşıya kalıyoruz. Yanardağ hala aktifmiş, hala depremler yaratıyormuş. Ara sıra dumanlar püskürtüyormuş. Ama en büyük felaketi 79 yılında muazzam bir patlama ile gerçekleşmiş. O kadar şiddetli patlama olmuş ki dağın tepesini kopmuş, şekli bozulmuş. 2000 küsür metrelik dağ, 1200 metrelere düşmüş. Antik Pompei şehrini küller altında bırakmış. Şehir yaklaşık 8 metre kadar küller altında kalmış. Bu patlamadan sonra arkeologlar kazı çalışmalarıyla Pompei şehrini yeniden ortaya çıkarmış. 2000 sene öncesinin liman kenti olan Pompei'nin şehir yapısı hiç bozulmadan küllerin altında kalmış. Hamamlar,spalar, genelevler, dükkanlar, kaldırımlar,caddeler, tiyatrolar, tapınaklar, vs. Sadece ahşap olan zeminler yanmış.


Pompei hakkında detaylı bilgileri öğrendikten sonra bu muazzam şehri görmek için otobüsümüze dönüyoruz. Körfezin diğer tarafına doğru yaklaşık yarım saat kırk beş dakika kadar yolculuğumuz sürüyor, ardından bu viran şehrin girişine geliyoruz. Tarihi dokusunu bizde ki Efes gibi düşünebilirsiniz. Şehre sonradan eklenen Neo-Klasik eserlerle şehirde ki yarım kalmışlık duygusu iyice vurgulanarak büyülü atmosfer arttırılmış.Ayrıca UNESCO kültür mirasıyla korunan Pompei senede milyonlarca turist karşılıyormuş. Bu sırada tura İstanbul'dan katılan iki arkadaş Beril ve İrem'le tanışıyoruz. Çok tatlı, çok samimi olan kızlarla hemen anlaşıveriyoruz ve kaynaşıveriyoruz. :)
Yarım Kalmışlık Duygusu ile Pompei
Antik Tiyatroları

Şehir merkezinde ki dükkanları


Hamamları

Pompei'de ki efsane turumuz bittikten sonra karnımız iyice acıkmıştı. Orada ki bir restaurantta 20 Euro'ya meşhur İtalya menüsü yedik. İçerisinde başlangıç olarak Makarna, ana yemek olarak kalamar ya da pizza vardı. Biz pizzayı tercih ettik. Tatlı olarak da dondurma yedik. İçecek olarak alkollü ya da alkolsüz olarak seçenekler sunuldu. Yeni arkadaşlarımızla birlikte İtalya'da ilk yemeğimizi yerken kadehi tanışmamıza ve keyifli vakit geçirmemiz şerefine kaldırdık. :)

Yemeğimizi yedikten sonra Napoli'ye tekrar döndük, caddelerinde akşam yürüyüşü yaptık.Ardından konaklayacağımız otele vardık. Temiz bir oteldi. O kadar yorgunduk ki ilk günden yastığı görmemle uyumam aynı anda oldu. :)

İkinci gün Romada olacağız :))))))

Kişisel Sosyal Medya Hesaplarım: 

       F: Dilek Körhasan Ulu                     İ: @_dilekulu_